Pazar, Mart 11, 2007

10 - 11 mart 2007 tarihinde yapılan zabıt katipliği sınavı

Eveeeet, bugünde bir zabıt katipliği sınavına girdik. Türkiye genelinde ancak bazı illerde yapılan sınavla ilgili olarak şunu söyleyebilirim ki İzmir de yapılan sınav'ın yapılış biçimi gayet düzgün ve takdire değer idi. Çok iyi güvenlik önlemleri alınmış , iyi bir sistem oluşturulmuş ve her şey düzenlenmiş idi. Tek bir şey hariç. Gelen yüzlerce insan mart ayının soğuğunda bahçede ağırlandı. Sınava gireceklerin, bende dahil parmakları dondu...Kimileri Türkiyemizin muhtelif illerinden kalkıp umuda koşanları düşünmemişti, aklına getirmemişti. Bir kantincik açabilirlerdi. Kapalı bir alanda misafir edilebilirler ve sıcak birer çay içmeleri imkanı sağlanabilirdi.

Geri kalan her şey çok iyiydi. Görevlilerin tamamı çok naziktiler. Gelenlere moral vermeye bile çalıştılar. Heyecanlanmayın , yalnızca yazacağınız metni düşünün, dediler vs. Sonuçların perşembe günü açıklanacağını söylediler. Umarım ki mutlu bir haber alırım...





Bahçedeki otların üzerine oturmak zorunda kalındı. Oturacak bir yerler yoktu. Hava soğuktu. İçecek bir bardak sıcak bir şeyler yoktu.









Bu arada merak edenler için , 10 mart günü yapılan ilk oturumda ' Mustafa kemal bu işi de başardı ' şeklinde başlayan 175.sayfadaki metin sınav sorusu olarak sorulurken 11 mart günü yapılan sınavda ' şimdi öğleden sonra saat dört ' diye başlayan 182. sayfadaki metin soruldu. Bu metinler zaten blog sayfamın aşağıdaki bölümlerinde mevcut. İsteyen inceleyebilir.


10 Mart günü uygulamada verilen metin aşağıdadır.

Mustafa Kemal bu işi de başardı. Ankara'da komisyona yeni bir yazı alfabesi yapma görevini verdi. Herkes düşünüyordu; bir millet yazasını nasıl değiştirebilir? Ne kadar zamanda değiştirebilir? ne düşünüdü arkadaşlar süre meselesi için diye sordu.
Beş yıl diyen var , on beş diyen var. Birkaç sene , okullarda iki yazıyı bir arada öğretmelidir. Önce yarımşar sütundan başlayan gazeteler de beş yılda bütün gazeteyi kaplamak üzere yeni yazı ile basılan kısımlarını artırmalıdırlar, diyorlar Yüzüme baktı ve çocuğum, dedi; bu ya üç aydoa olur , ya da hiç olmaz. Gazetenin yeni yazı kısmını hiç kimse okumaz. Herkes sadece eski yazıyı okur. Bir harb , bir buhran çıkıtı mı, inkılap da düşer , demiş idi. Sarayburnu parkında bir gece halka bu inkılabı da haber verdikten sonra , yola çıktı. Yer yer dolaştı, halka öğretmenlik etti. Sonuçta , bir iki sene içinde yeni yazıyla okuyup yazanların sayısı eski yazı ile okuyup yazanları geçti. Sonra , dil konusunu ele aldı. Mustafa Kemal , büyük bir tarihi ve bağımsız bir dili olmadan bir milletin büyük olamayacığını bilirdi. ürk Dil Kurumunu dil konusu, dilin işlenmesi ile görevlendirdi. Eskiden Türkçe hiç yeni bir kelime, yeni bir terim türetemezdik. Geçmişin gelenek ve göreneklerini içinde dağılış ve batış kaderine boyun eğen Türklük bu inkılaplarla gelecek zamanlara doğru , kanat açmaya başlıyordu.
===============================================
11 mart günü uygulama da çıkan metin aşağıdadır.

Şimdi öğleden sonra saat dört. İkinci Gazze Muharebesinin üçüncü ve son gününü bitirmek üzereyiz. Düşman son hücuma kalkacak. On ibirinci bölük , siperinde günü telaşsız geçirdi. Sonra , düşmanın en şiddetli hücumlarını püskürttü. Barut ve demirden kürelerin müthiş bir patlayışı var. Ansızın geniş bir saha kalın dumana boğulur, güneşin ziyası söner; sonra açılan dumanın altında düşman dalgalarının boşlugu görülür; düzgün kıtalar sendelerler ve telaş gösterirler. Bir bomba , siperin önündeki toprağa düştü. Ve yalnız toz kalktı. Bir er , fırlayıp bombayı omuzuna aldı ve düşmanın bir saniye kesilmeyen ateşi altında siperine döndü. Bu sefer bomba hakiki hedefini de buldu. Tarih , böyle kahramanların ismini yazmaz; fakat Gazze Muharebesinin son günün görenler on birinci bölüğün ismini unutamazlar. Birçok kıtamız sonradan aynı siperde çaprıştı. Amma hepsi siperi , on birinci bölük siperi ve o küçük tepeyi bomba tepesi diye andılar. Haziranın en ziyade sıcak günündeyiz. Düşman mermilerinden bazıları ölçülecek. Nefere emrettim ve nefer hiç tereddütsüz siperden çıktı, topçu ateşi ve makineli ateşi altında ; kocaman , yirmi dörtlük bir gemi topu mermisini kazması ile çıkardı. Mermiyi ölçüp dönerken kendi kendime hep bu neferi düşünüyordum. Çünkü bu adam o top ateşi ve yeri yalayan piyade ateşi altında , muhakemesiz ve sendelemeksizin hayatını feda etti ve hiç bezginlik göstermeksizin öyle bir iş yaptı ki , bunun faydası da zararı da , onun kendisi için meçhuldü.