Cuma, Mart 17, 2006

HIZLI VE DOĞRU YAZMA TEKNİKLERİ

Ders 85/86 Sayfa 108



Konuşma, yazışma ve duyguları anlatma aracı, dildir. Bir milletin dili, anlatım yönünden zengin, fertlerin birbirlerini kolaylıkla anlayabilecekleri kadar sadeyse, o milletin fertleri arasında milli bağda o derece kuvvetli olur. Bir milletin yaşama tarzı olan kültür de ancak zengin bir dil ile ilerler, yayılır. Birbirinin konuştuğunu tam olarak anlayan ve duygularını da aynı dille paylaşan fertlerin meydana getirdiği toplumlar birlik içinde olurlar. Birlik içinde olan toplumlar kuvvetli olacaklarından dirlik içinde olurlar. Birlik içinde olan toplumlar kuvvetli olacaklarından dirlik içinde olurlar ve bağımsızlıklarını korurlar. Yabancı kelimelerden arındırılmış , eski- yeni ikiliğinden ve zıtlığından kurtarılmış, herkesin anlayabileceği, milletin benimseyebileceği bir dil, milli duyguların kuvvetlenmesini sağlar. Türk dili şuurla işlendiği taktirde ilmin ve fennin gelişmelerine uyum sağlayabilecek bir yapıya sahiptir. Yer yüzünde kültür ve kelime alışverişinden dolayı, içinde hiçbir yabancı unsur taşımayan arı dil bulunmasa da sağlık durumu tam olan her dil , kendisini yabancı saldırıya karşı korur. Çünkü dili yapan insan değildir. İnsana milli özelliğini veren, dildir.


Sayfa 109

Klavye ile hızlı yazı yazma ile ilgili bir konu ;

Hız sağlamak için vuruş tekniklerine önem vermek , zaman dilimini kısa tutmak ve tekrarlama yapmak gerekir.


1. Hız çalışması : paragrafın ilk satırından üç kere yazdırılır. Sınıfın
seviyesine göre ; 30,20 veya 15 saniyede bir zil çalınır. Zil sesi duyulduğunda satır atlanıp yeniden başlanır. Amaç, her seferinde , o satırdan daha fazla kelime yazmaktır. Yani daha hızlı yazmaktır.
Sonra paragrafın ikinci satırı aynı şekilde çalıştırılır. Bundan sonra ,
birinci ve ikinci satırlar için zaman diliminin iki katı kadar süre verilir.
Örneğin , zaman dilimi 20 saniye ise , iki satır için 40-45 saniye verilip bir
kez yazdırılır. Bu çalışma zaman dilimi toplam olarak bir dakikaya çıkana
( iki, üç, dört satır çalıştırılana kadar ) devam eder. Bundan sonra, iki veya
üç kez bir dakika süre ile yazdırılıp hız hesaplanır. Bu hız , normal hızdan 5-10 kelime daha fazla olabilmelidir.
Hız çalışması için bir derse harcanacak zaman, toplam olarak 10 dakikayı aşmamalıdır.

2. Metin yazma : üç, beş dakika süre ile yazdırılır. Daha kısa bir süre ile paragraf paragraf çalışma yaptırılıp, sonra 3 veya 5 dakika yazdırılabilir. Uzun parçalar için ve ileri sınıflarda 10 dakika süre ile metin yazdırmakta mümkündür.


Sayfa 110

Doğru yazı yazma ile ilgili bir konu :

Bir yazının işe yarayabilmesi için yanlışsız olması gerekir. Bir yanlışı silip düzeltmek yarım dakikadan fazla zaman kaybına sebep olabilir.( daktilo da ) bu nedenle doğru yazmak çok önemlidir.
1. Çalışma prensipleri :
a. Dikkati toplama: bütün dikkatin yazıda toplanması gerekir. Bir yanlış yapınca , aklı o yanlışa takmamak gerekir.
b. Hız düşürme : öğrenci hızını düşürmesini, düzenlemesini bilmelidir. Bazı kelimeleri harf harf yazmak bile gerekebilir. Okuma hızı ile yazma hızını da aynı tutmak lazımdır. Bunun içinde , okuma hızını azaltmak gerekir.
c. Bakmadan yazma : makineye yada makinedeki kağıda ( bilgisayar klavyesine veya monitöre ) bakmak dikkati dağıtacağı , satır veya kelime atlanmasına sebep olabileceği için sakıncalıdır. Bu sebeple, bakmadan yazmaya önem vermelidir.
d. Doğru teknikler : vuruş ve yazış tekniklerindeki bozukluklar da yanlışlara sebep olur. Düzgün bir teknikle yazmaya çok önem vermelidir.

Egzersiz şekilleri : yanlışları azaltmak için çeşitli alıştırmalar yapmak mümkündür. Alfabeyi üç beş kez yazmak, klavyeyi gözden geçirme çalışması yapmak, birkaç satırı geçmemek üzere kelimeleri tersten yazmak bir satır veya paragrafı yanlışsız yazanları not ile teşvik etmek ( beni kim neyle teşvik edecek ki ) gibi çalışmalar, yanlışların azaltılmasına yardımcı olur.

ÜÇÜ BİR ARADA

Görgü kuralları hakkında

Ders : 137 Sayfa 199

Bir hanımın hiç bir yerde erkeğin solunda oturmaması gerekir. Otomobilde de kural aynıdır. Şayet , otomobili şoför kullanıyorsa araba sahibi arkada, direksiyonun arkasına düşen yere değil, önü açık, boş kalan yerin hizasına oturur. Yemekli vagonda , bayanlar trenin gidiş yönüne yüzleri dönük olarak otururlar. İki hanım yan yana oturur. Bayan tekse, pencere kenarında oturur. İki arkadaş, karşı karşıya otururlar. Yapamayacağınız bir şeyi , yaparım demeyin, vaadde bulunmayın . önemli yada önemsiz , eğer bir söz vermişseniz , sözünüz mutlaka tutun. Yaşamın daha anlamlı olması için , görgü kuralları insanlara yardımcı olur. Görgü kurallarına uymak, aşırı kibarlık yasa çıtkırıldımlık değildir. Uzun bir zaman sürecinde oluşan bu kurallar, denemelerin sonucudur. Görgü kuralları memleketten memlekete farklılıklar gösterebilir. Ancak, hepsindeki öz aynıdır. Bu da , yaşamayı daha kolay ve topluma uyumlu duruma getirmek ve insan sevgisi yaratmaktır. Kuralları ; görüp, yaşayıp, okuyup öğreniriz.



Ders : 75 Sayfa 91


Tarih, milletlerin yükselme ve gerileme sebeplerini ararken bir çok siyasi , askeri, toplumsal sebepler bulmakta ve saymaktadır. Şüphe yok ki , bütün bu sebepler, toplumsal olaylarda etkendirler. Fakat bir milletin doğrudan doğruya hayatıyla, yükselişiyle, gerilemesiyle ilgili ve bağlantılı olan milletin ekonomisidir. Tarihin ve tecrübenin tespit ettiği bu gerçek , bizim milli hayatımızda ve milli tarihimizde de tamamıyla meydana çıkmıştır.
Gerçekten Türk tarihi incelenirse bütün yükselme ve gerileme sebeplerinin bir ekonomi meselesinden başka bir şey olmadığı anlaşılır. Tarihimizi dolduran bunca başarılar, zaferler, mağlubiyetler, çöküşler, felaketler, bunların hepsi; meydana geldikleri devirlerdeki ekonomik durumumuzla ilgili ve bağlantılıdır. Yeni Türkiye’mizi layık olduğu seviyeye yükseltebilmek için mutlaka ekonomimize birinci derecede önem vermek mecburiyetindeyiz. Çünkü, zamanımız tamamen ekonomi devresinden başka bir şey değildir.





Ders: 78 Sayfa 96


( Bu metin geçen yıl bu vakitler Söke’de yapılan zabıt katipliği uygulama sınavında çıktı… )


Düşündüm ki bu türk oğlu altı asırdan beri türlü rastlantıların kasırgaları önüne düşerek ; bir boğuşma cihanının yarlarında , uçurumlarında , çöllerinde yuvarlanmıştı. O koca tarihin bu hırpalanmış yolcusu, türlü afet ve musibet çukurlarından onur, şan ve şeref tepelerine tırmanmış, dizleri parçalanarak, tırnakları koparak, bu tırmanılan yerlerden bir kaza darbesi ile taşlara çarpıp düşmüş; daima ayağa kalkarak , yeni baştan dimdik durmağa çalışarak, tutunacak bir kaya parçası , yapışacak bir ağaç kütüğü aramıştı. Ve gülü diken olan , o kızgın Yemen çöllerinden Arnavutluk taşlarına ve Acem ellerinden Girit sularına kadar altı asırdan beri kumlara , buzlara,denizlere kanını akıta akıta , bereketli bir kaynağın o bitmez tükenmez kereminden her zaman taze bir kuvvet ile fışkıran; o al kanının çileli çizgileriyle, şanla ve şerefle dolu, o kahraman hikayesini yazmıştır.

YURTTA SULH CİHANDA SULH

Sayfa 101

Yurtta sulh cihanda sulh ilkesinin açıklaması ;


Harpler milyonlarca insanın ölmesine, milyonlarca insnın yersiz yurtsuz kalarak sefalet içinde , acılar içinde kalmalarına neden olur. Barış, milletleri refaha ve mutluluğa eriştiren en iyi yoldur. Fakat her zaman barışı bozmak ve başka milletlerin haklarını çiğnemek isteyenler bulunacaktır. böyle kötü niyetlilere ilk andan itibaren de bütün milletlerin karşı çıkması , karşı çıkamn mevzuunda daynışma içinde olması gerekir. Çünkü barış, bir defa ele geçirilince korumak için daima özen ve dikkat ister . Milletler arası siyasi güven ortamının gelişmesi için ilk ve en önemli şartda bütün milletlerin, hiç olmazsa , barışın korunması fikrinde samimi olarak birleşmesidir diyebiliriz.

Perşembe, Mart 16, 2006

MEDENİYET ÖYLE KUVVETLİ BİR ATEŞ Kİ

ONA KAYITSIZ OLANLARI YAKAR, MAHVEDER.
ATATÜRK
sayfa 201


Medeniyet yolunda başarı, yenileşmeye ve yenileşme isteğine bağlıdır. Sosyal hayatta olsun, ekonomik hayatta olsun, ilim ve fen sahasında olsun başarılı olmak için biricik olgunlaşma, ilerleme yolu budur. Hayat ve yaşayışa hakim olan hükümlerinde zamanla değişmesi , gelişmesi , yenileşmesi zorunlu olmaktadır. Medeniyetin yarattığı arzular , fennin harikaları; cihanı değişiklikten değişikliğe koşturduğu, sürüklediği bir devirde asırlık eskimiş köhne zihniyetlerle, geçmişe düşkünlükle varlığın muhafazası mümkün değildir. Medeniyetten söz ederken , şunu kesinlikle söylemeliyim ki, medeniyetin esası, ilerleme ve kuvvetin temeli; aile hjayatındadır. Bu hayatta fenalık, mutlaka sosyal, ekonomik,siyasal düşkünlüğe sebep olur. Aileyi teşkil eden kadın ve erkek unsurlarının, tabii haklarına malik olmaları, aile görevlerini idareye istekli ve yetenekli bulunmaları icap eder. Artık duramayız. Mutlaka ileri gideceğiz. Çünkü, gitmeye mecburuz. Millet açıkça bilmelidir ; medeniyet öyle kuvvetli bir ateştir ki ona kayıtsız olanları yakar, mahveder. İçinde olduğumuz medeniyet ailesindeki layık olduğumuz yeri bulacağız. Bu yeri koruyacağız ve yükselteceğiz. Refah da, mutluluk da, insanlık da bundadır. Biz bu batı medeniyetini taklitçilik yapalım diye almıyoruz. Onda iyi gördüklerimizi, kendimize uygun bulduğumuzdan, dünya medeniyet düzeyi içinde benimsemiş olmaktayız.

114.sayfa Atatürk Yüksek Zekalı Bir İnsandı

Atatürk yüksek zekalı bir insan olduğu için şartlar olgunlaşmadıkça fikirlerini ortaya atmaz; zamanı gelmemiş ise ortaya atılmazdı. Yoksa , çoktan harcanıp gideceğine şüphe yoktu. Sabretmeyi, günü beklemeyi bilmiştir. Atatürk ün ideali ne idi ? Bu ikiye ayrılabilir. Memleketi ve milleti için idealleri tam manasıyla medeni bir Türkiye ve medeni bir Türk idi. Zaferleriyle ve inkılaplarıyla bunu sağlamıştır. İnsanlık için ideali , harbsiz ve bütün milletlerin kardeşçe yaşayacakları bir dünyanın yaratılması idi. Yurtta barış, cihanda barış ; onun sözüdür...
O, bu sözünde samimi idi. ilk dünya savaşından sonraki idareciler sivildiler. Fakat mareşal üniforması giymişler ve ölünceye kadar da üniformalarını çıkarmamışlar, milletlerini savaşa hazırlamışlardır. Atatürk ise asker ve mareşaldi. Zaferden sonra üniformasını çıkardı, sivil elbise giyindi. Daima barış anlaşmaları ve barış tertipleri yaptı. Hatay gibi canını sıkan bir vatan meselesini bile barış yolu halletmek , türk kanı döktürmemek için kendini yordu. Bu da hastalığını ağırlaştıran bir sebep olmuştur. Atatürk esir milletlerin kurtuluşlarını her zaman desteklemişti. Bir sabah şafak söküyordu. Atatürk, şimdi doğacak güneşe bakın dedi. Ufukta günün ilk ışıkları belirmişti. Şİmdi günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan, bütün şark milletlerinin uyanışlarını da öyle görüyorum , dedi. Atatürk istiklal savaşı'nı kazanarak, şark milletlerini uyandırdı.

Çarşamba, Mart 15, 2006

BİR ÜZÜCÜ HABER ALDIK

DİDİM Adliyesinden bir haber; Kadir ağbiyi kaybettik. Sulh Hukuk kaleminde uzun yıllardır hizmet veriyordu. İki gün önce akbük yolunda geçirdiği trafik kazasında hayatını kaybetti.

Geçen yaz tatilimde Didim de idim. Adalet bakanlığı başmüfettişinin sıkı teftişleri sırasında akşamları evlerine çok geç gidiyorlardı , çoğu zaman gece 24 ü buluyordu. Onlara akşam yemeği hazırlayıp götürürdüm. Gerçekten değerli bir insandı ve değer bilen bir insandı... Allah rahmet eylesin....

NASREDDIN HOCA


Bu hikaye Aydın da ilk girdiğim sınavda çıktı...2004 de


Nasreddin Hoca , yedi asırdan beri dünyaya gülen o koca adam. Ona her yerde bir beşik ve her devirde bir mezar gösterilir. Amma o bunların hangisinde sallandı , büyüdü? Bugün de nerede yattığını Allah bilir. Bizim bir bildiğimiz, bir duyduğumuz var o da bugün bir kolu doğuda , bir kolu batıda ve ruhu ebedilikle bir baştadır. O , bu dünya durdukça duracaktır. Bu ne sihirdir ne keramet ; ne de şöyle bir el çabukluğu marifet. Nasreddin Hocayı bu ölmezliğe eriştiren gülen yüzü , tatlı dilidir. Biri gönlün aynası biri de yaylanın güneşidir. Zaten adam dediğin ya yüzünden belli olur, ya sözünden.

Kötü adam acı soğan sözlü ve kara bulut yüzlüdür. Bu kara gülmezlerin yüzlerinden düşen yüz parçaya bölünür. Saya yağı ile yağlar , çakır dikenle dağlar. Halbuki iyi adam tatlı dilli güler yüzlüdür. Bu güleç yüzlü adamların yüzlerinde nur mu dedin nur akar, dillerinden de bal mı dedin bal damlar.

Hele de hocanın. ne gözünde bir karartı vardır, nede yüzünde bir morartı; alnının ortası bile güleç ve şendir. İlle de dili. Alimallah kaymak çalıverir balın üzerine. Gayrı onun sözüne, sohbetine ve dediklerine doyulur mu? Hanları hanümanları cümle alemi ağzına baktırır. Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır . Onun da huyu bu, dobra konuşmak. Bir laf dilinin ucuna geldi mi öyle vezir vüzera gibi yut gitsin etmez. Lakin, parmağım gözüne kör kadı hesabı değil, şöyle tam yerine ve dengine getirir ve taşıda öylesine güzelce oturtuverir.

TOSUN PAŞA

Bu hikaye Antalyadaki sınavda cıktı...

Osmanlı devletinin pek kısa zamanda nasıl olup da o kadar büyüdüğünü ve cihanın en büyük imparatorlukarından biri haline geldiğini şu hikaye , en güzel şekilde açıklar. Devletn ilk kuruluş senelerinde bir gün Tosun isminde bir çocuk akşam üstü evine dönerken, kırda tek başına kalıp meleyen bir kuzu görür. Kuzuyu kucaklayıp eve getirir. Anası, kendisine ait olmayan bir malı alan oğlunu azarlar ve sabah olur olmaz kuzuyu götürüp sahibine teslim etmesini ister. Çocuk, ben kuzuyu çalmadım; başı boş buldum , sahibini nasıl bulayım, derse de dinletemez. Faziletli Türk anası , kuzuyu kucaklayıp çevredeki mandıraları dolaşırsın, der. Annesi olan koyun , yavrusundan uzak kaldığı için , mutlaka acı acı melemektedir. Sende nerede böyle bir ses duyarsan yavruyu gösterirsin. Eğer annesi ise kuzuyu yalamaya, bu da ona sokulmaya başlar, sen de o zaman bırakır gelirsin , der. Küçük Tosun , kan ter içinde dolaşıp öğleye doğru, Rum tekfurunun konağının önünde duyduğu meleme sesiyle , kuzunun anasını bulur. Birbirlerine kavuşan ana ile yavrunun bu mesut buluşma ve koklaşmalarını seyredip ayrılır. O sırada tekfur, çocuğu izlemektedir. Bu millette kadını ile , çoluğu ve çocuğuyla bu kadar fazilet , bu kadar mertlik ve dürüstlük varken, şüphesiz ki eninde sonunda bütün bu topraklara sahip olamaları haklarıdır diye düşünür ve bir kaç gün sonra Osman beyle kucaklaşarak , onun hizmetine severek girer.