Perşembe, Temmuz 31, 2008

17 Mayıs 2008 tarihinde Zabıt Katipliği Sınavını Kazandım

Merhabalar. Tam dokuz defa zabıt katipliği sınavına girdim. Aydın'da 3, izmir'de 1, Antalya'da 1 ve Söke'de 4 defa...2004 Yılında başlayan maceram , 2008 yılı mayıs ayının 17'sinde mutlu sonla buluştu. Mülakat sonuçları açıklandığında mutlu olup olmamam gerektiğini bilemiyordum. İçimde yinede , acaba gerçekten ismi listede yazılı olan ben miyim şüphesi yer alıyordu. Aynı isimde bir başkası olmasındı?

Sonra , isimleri cam kapıya asılarak duyurulanlar çağrıldı. Yarın , dediler , adliyeye geliyorsunuz , işlemlerinizi başlatıyorsunuz.

Evlerimize döndük. içimde büyük bir mutluluk hissetmesemde , yine de ortamın havasını yumuşatıyor , insanın ruhunu okşuyor bir şeyleri kazanmış olmak.
 
Mahalleye geldiğimde sanki komşularım bana biraz daha farklı göründüler. Eve girdiğim zaman pederle validenin mutluluklarına diyecek yoktu. Nihayet bir baltaya sap olmuş , ilerlemekte olan yaşıma uygun bir hanım kız bulup evlenebilecek , evini geçindirebilecek bir meslek sahibi olmuştum bizimkilere göre...Hemen torun , torba hayalleri kurmaya başlamışlardı bile...

Ertesi gün , Adliyeye gittik. 6 kişi'den üç kişisi gelmişti sadece. Dediler , gidin sağlık kurulu raporlarınızı alın...Tamam dedik...Neden dün söylemediler ki bunu, direk hastaneye gider sağlık kurulu raporları için çalışmaya başlardık sabah erken. Şimde saat onu geçiyor. Nereden başlayacaz. Kuşadasına gitmeye karar verdik. Pazartesi günü kuşadası sağlık kurulu toplanıyormuş. Yola çıktık. Yaylaya vardık. Bir telefon salladık hastaneye. Şimdi gelsek akşama raporlarımızı alabilir miyiz diye sorduk. Mümkün değil dediler. Gelseniz bile yetişemezsiniz. Yayladan , Aydın devlet hastanesini aradık. Acaba orada halledebilir miyiz diye sorduk kendi kendimize. Tamam , şu saate kadar gelirseniz hallederiz , dediler. Hemen yola çıktık. Tam 25 dakikamız var..Yola döküldük. Aydın'a vardık. Hastanenin önüne park edip , koşa koşa hastaneye girdik. Kapandı , dediler. Sağlık kurulu kapandı. Toplantı bitti.

Atatürk devlet hastanesine gittik. Acaba orada birşeyler yaptırabilirmiyiz? Doktorlarla görüşebilseniz bile , göz doktoru bugün yok. Onun için yarın gelmek zorundasınız , dediler. Bunca yolu haybeye teptikten sonra, aynı şekilde geri dönmek biraz içimiz burkmuştu. Ne kadar çabuk işimizi halletsek , o kadar çabuk dosyalarımız Ankara'ya gider ve tayinimiz gelirdi.

Araya salı günü girdi, Çarşamba günü sabah erkenden buluşup Kuşadasına gittik. Şu sağlık raporu parası adı altında ödediğimiz paralar bize çok acı geliyordu. Ama böyle bir durum karşısında gözümüze görünmüyordu bile...işlemleri başlatmak bir başka sorun , aynı gün raporu almak bir başka sorun olarak karşımıza çıktı yine....Elimizde bir kağıt parçası , doktor doktor gezdik. Kalabalık hasta grupları birikmiş olmasına rağmen kapı önlerinde , bizlere ayrıcalık tanıyorlardı. Öyle de olması normalmiş , prosedür gereği buymuş.

Akşam üç buçuk civarı raporlarımızı ellerimize aldık. Döndük memlekete. Koşa koşa komisyon yazı işleri müdürünün yanına çıktık. Diğer , diploma vb belgelerinizi de getirin dediler. Bu raporu da onlara ekleyin. Böylece bir gün daha geçti. Ertesi gün , istenilen herşeyi tamamlayıp teslim ettik. Yaptığımız masraflar boyumuzu aşmaya başlamıştı. Ama işlemlerimizi de bitirmiştik hani....

Sonra günleri beklemeye başladık. Temmuz ayının başında tayinleriniz gelir , dediler. Öyle panik felan yapmayın. Dosyalarınız incelenir , atamalarınız onaylanır.
Kuşadası adleyisine tayinimin çıkacağı günü beklemek , hemde böyle sıcak bir yazı bu şekilde geçirmek ağırıma gidiyordu. Bir an önce tayinlerimiz gelsede başlasak işe.

Bir sabah on gibiydi. Uyuyordum. Cep telefonum çaldı. Adliyeye gelin , dediler. Apar topar gittim. Tek başıma idim. Diğerleri daha gelmemişti. Komisyon yazı işleri katibi : "Ataman onaylanmamış " dedi. Şaka yapıyorsun , dedim. Gerçekten , dedi. Birazdan yazı gelecek, onu sana tebliğ edeceğim.

Başımdan aşağı kaynar sular dökülse bu kadar canım yanmazdı. Adeta şakağımdan bir mermi girmiş gibi hissettim. Üstümden de kamyonlar geçiyordu. Donup kaldım. Ben ne diyecektim anneme ve babama...Mahalleliye ne diyecektim. Akrabalarıma ne diyecektim.

Neden atamamın yapılmadığı konusunda sorduğum sorulara verilen cevaplar beni tatmin etmiyordu. " 6136 sayılı kanuna muhalefet suçundan , Söke Asliye Ceza Mahkemesinde yargılandığı anlaşılmış, ....TL. ağır para cezası , kararı veren mahkeme tarafından tecil edilmiş.. Bu nedenle , adalet bakanlığı memur sınav atama nakil yönetmeliğinin 6/19 maddesi( adli ve idare yargıda görev alacak personelin yapılacak arşiv araştırmasının olumlu olması ) gereğince ataması onaylanmayarak evrakları iade edilmiştir " diyordu.

Beynimin en ince kıvrımlarına kadar etkileyen bu kelimeler , herhalde benden öncede kimleri etkilemişti. Devlet memurları yasasını defalarca incelemiş , anılan cezamın , memur olmaya engel suçlar arasında sayılmadığını görmüş ve içim rahat olarak böyle bir sınava girmiştim. Girdiğim bütün sınavlarda da anılan mahkeme kararını dosyam içine zaten koymuştum. Komisyondaki hakim ve savcı üyeler ve başkan bu mahkeme kararını elbette görmüş ve devlet memuru olmaya engel bir hal teşkil etmediğini anlamışlardı ki , sınavlara beni kabul etmişler ve en sonunda kazandığım sınavlara istinaden açıktan atamamı yapmışlardı.

Dediler ki, hemen git idare mahkemesine dava aç , iki ay sonra gelir işe başlarsın. Bu, memurluğa engel bir durum değildir. E be kardeşim , bunu ben biliyorum , sizler biliyorsunuz , ama adalet bakanlığında çalışan ve dosyamı inceleyen hakimler bilmiyor. Bu nasıl iştir?  " Yasa memur olmama bir engel çıkarmazken , yasaya uygun çıkarılması gereken yönetmelik benim memurluğuma engel olan bir madde içeriyor. "  Bu nasıl olur?

Herhalde burada bir hata olmalı ve  anlayış hatasıdır mutlaka , diye düşündüm. Hadi bakalım , gidip bir görüşelim Adalet bakanlığı ile, belki yapılan yanlışı düzeltirler. Yolumuz daha fazla taşlı yollara düşmeden hallederiz bu işi.

Bir haftalık Ankara maceram sonuçsuz kaldı. Otel , yemek , yol masrafları derken yüklü bir meblağı harcamak zorunda kaldım. Borç alarak aldığım bir meblağ...
Nuh diyorlar ama peygamber demiyorlardı. Yasaları görmezden gelip , bir yönetmelik maddesinde israr ediyorlardı. " Aç idare mahkemesinde davanı , kazanırsan , gel işe başla, seni aramızda görmekten memnun oluruz " dediler. Derdimi dafa fazla anlatamadım. O derece namüsait şartlar altında söylenebilecek olan kelimeleri kurdum. Ama sonuç vermedi yine...Bir itiraz dilekçesi yazıp verdim bakan beyin özel kalem müdürüne..

Elimde  bir hiç, döndüm memleketime..
 
Hemen çalışmalara başladım. Tüm mevzuatı incelemek ve öğrenmek zorunda kalsam bile mutlaka iyi bir dava dilekçesi hazırlayacak sonrada kazanacaktım davamı.
 
Bu arada idare mahkemesine başvuru sürem hızla geçiyor ancak nasıl bir dilekçe yazacağımı henüz bilmiyordum. Anayasadan başlayıp beni ilgilendiren tüm mevzuatı araştırmaya başladım. İçeriğinde tüm yasa , yönetmelik ve içtihat kararlarını barındıran Uyap mevzuat adlı bir  programın varlığından haberim vardı. Ancak yasaları ve yönetmelikleri incelemek yetmiyordu. Hukuk bilgisine sahip olmam gerekiyordu bunları birleştirebilmem ve anlayabilmem için. İnternette biraz araştırınca hukukçuların bir araya gelip muhtelif konularda tartırtışıp, görüş alışverişinde bulundukları forum sitelerin varlığını farkettim. Bende üye oldum bazılarına. Orada sorduğum soruların karşılıklarını neredeyse anında alıyordum. Hatta neredeyse benim durumumu aynen ifade eden dava dilekçesi örnekleri bulduğumu söyleyebilirim. Forumlarda bana dilekçemin hazırlanmasında çok büyük yardımları olan hukuk aleminin değerli avukatlarına teşekkür eder, saygılarımı sunarım.
 
En üstte anlattığım sınav hikayemi dilekçemin üst kısımlarında anlatıp hukuki delil ve açıklamalar kısmına da forumlardan edindiğim satırları girmiş ve böylece yedi sayfalık bir dilekçe oluşmuştu.  Ekine de atamamın onaylanmadığına dair bana imza karşılığı verilen kağıdın bir kopyasını ekledim. Dilekçemin hazır olduğu sıralarda Sulh Ceza Mahkemesine başvurup Adli Sicil Kaydımın ve Arşiv kaydımın yasal olgunluğa ulaşması nedeniyle, silinmesini talep ettim. Talebimin kabulüne,sicil kaydımın ve arşiv kaydımın silinmesine dair kararı aynı gün Adli Sicil ve İstatistik Kurumuna bir dilekçe ile  Aps ile gönderdim. Mahkeme de kararı  ayrıca gönderiyormuş, Kısa  bir süre  sonra dayanamayıp Ankara'ya yola çıktım. Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğüne geldim. Mahkeme kararı ellerine ulaşmıştı. Gereğini yaparız dediler. Bir gün sonra ne sicil kaydım görünüyordu ne arşiv kaydı. Tertemiz sicil ve arşiv kaydı yoktur kağıdını alıp döndüm tekrar eve. Fotokopilerini ekleyip dilekçeme Aydın İdare Mahkemesi' nin yolunu tuttum. Harç ve masraflarını yatırıp açtım davayı. Tam yirmidört saat sonrası idi. Evin bahçesinde, temmuz ayının sıcağı altında , elimde kürek toprağı havalandırması için alt üst ediyordum. Annem içerden seslendi: Telefonun çalıyor...Tanımadığım bir Ankara kodlu aramaydı. Açtım. " Ben Adalet Bakanlığı Tetkik Hakimi....... " dedi. " Bakan beye bir dilekçe bırakmışsınız."  " Evet " dedim. "Bıraktım. Elimde hangi imkanlar varsa tamamını tüketmeden eve dönmek istemedim. " " Dilekçeniz bana geldi,  " dedi. " Siz İdare Mahkemesinde dava açmışmıydınız " diye sordu. " Evet" dedim . Dava açma sürem dolmak üzere olduğundan mecburen açtım " " Peki ", dedi."  Yaptığımız değerlendirmeler sonucunda atamanızın onaylanmaması kararından kendiliğimizden  dönemeyiz. Dava lehinize sonuçlanırsa zaten işe başlarsınız. "  dedi. Teşekkür edip kapattım telefonu.
 
Aydın da açtığım davaya henüz bir cevap aradan üç ay geçmesine rağmen gelmemişti. Yürütmenin durdurulmasına dair talebimle ilgili bir karar verildiğini duymamıştım. Sıkıntı ve gerginlik beni öldürüyordu. Aydın'a gittim. Dava dilekçeme görevsizlik kararı verildiğini öğrendim. Bir gol daha yemiştim !
 
Dosyamın Ankara'ya gitmesi için geçmesi gereken süre altı ayı bulmuştu. " İki ay sonra işe başlarsın " diyenlerin yüzleri gözümün önüne geldi bir an.
Nihayet Ankara 'ya dosyamın gönderildiğini öğrendim. Biraderimin İdari Hakimlik sınavı nedeniyle birlikte Ankaraya gelmiştik. Aylardan Ekim - Kasım civarı diye anımsıyorum... Gelmişken Ankara idare mahkemesine bir uğrayalım diye düşündüm. Gittim. Dilekçeme " Dilekçe Ret " kararı verildiğini öğrendim. Bir mermide sağ şakağımdan girmiş gibi hissettim. Ancak dilekçe ret kararının dava ret kararı ile ilgisi olmadığını öğrendim. Sadece hatalı yerleri düzeltip ikinci bir dilekçe yazıp vermem gerekiyormuş.  
Dilekçem flash bellekte kayıtlı olduğundan hemen gerekli düzeltmeyi yapıp on dakika içinde yeniden dava açtım. Davam yeni bir esas numarası ile yeniden görülmeye başlamıştı.  Söke'ye döndüm. Aradan bir kısa bir süre geçtikten sonra evime bir karar geldi. " Yürütmenin durdurulması talebinin kabulüne " diye yazıyordu. Arkasından Adalet bakanlığının Bölge İdare Mahkemesine İtiraz dilekçesinin  bana tebliği yapıldı. Bakanlık karara itiraz ediyordu. Moralimi bozan belki de en büyük etmenlerden bir tanesi bu oldu. Ancak, şu vardı ki, itiraz edilmesi, kabul edilen yürütmenin durdurulmasına dair kararın uygulanmasını engellemiyordu. Ve atamamın otuz gün içinde yapılması gerekiyordu. Bölge İdare Mahkemesi Bakanlığın yaptığı itirazı redetti...Aradan 75 gün geçtikten sonra yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararın gereği yerine getirildi. İşe başlama tarihim 29 Mayıs 2009. oldu. Oysa ki komisyon tarafından yapılan ilk atamamdan sonra atamamın onaylanmaması tarihi 18.06.2008 tarihiydi. Onbir aydan biraz fazla sürmüştü hak ettiğim işime başlamam.

Halen işe başlama tarihim 18.06.2008 olarak düzeltilmiş değil.  Benimle birlikte sınava girenlerin hepsinin atanma tarihleri 18.06.2008. İdari Yargılama Usulüne göre, idarenin iptal edilen işlemi Hukuk aleminden tamamen silinmiş ve yok hükmünde bulunuyor. Bu nedenle işe başlama tarihimin 18.06.2008 olarak düzeltilmesi gerekirdi. Buna rağmen yaptığım başvurularım halen işleme alınmış değil. Bundan dolayı derece ve kıdem kaybımın olduğunun farkındayım. Umarım bir gün  birileri verdiğim dilekçeleri okuyup hatanın farkına varıp düzeltirler.  
 
" Onbir ay süren gerginlik ve stres dolu günler geride kalmış daha farklı bir yaşama başlamıştım. "
 
                                                           ------------------------
                                                           ------------------------
 
Hedifinize nasıl ulaşacağınız ikinci aşamadır. Öncelikle hedifinizi neden seçtiğinizi, yada hangi sebeplerle seçmeniz gerektiğini bir kenara yazmalısınız. O hedefe ulaşmak için aşmanız gereken engeller için " Nasıl " sorusuna cevap vermeniz ancak nedenlerinize cevap bulduktan sonra daha kolay olacaktır.
İlgili yazışma ve mahkeme kararlarını müsait bir zamanımda yine bu sayfa yayınlayacağım.  04.05.2013

Pazar, Mayıs 13, 2007

Zabıt katipliği sınavı ( 12 Mayıs 2007 )

Ve bugüne geldik...Gayet sıkı bir çalışma temposu ile hazırlandığım klavye sınavına girerken yine her zamanki gibi hiç bir heyecan duymuyordum. Heyecan klavye başına geçildiğinde ve ( başla ) komutu verildiğinde başlıyor. ( dur ) komutu verildiğinde heyecanla beraber pek çok adayın hayalleri sönüyor. Ancak benim olayımda klavye sınavı bittiğinde kelimelerim istediğim sayıya ulaşmıştı. Elbette evdeki performanstan yüzde yirmi düşmüştü ama yinede sınırı geçmiştim.

Sonuçlar asıldığında Söke adliyesinin giriş kapısının camını pek çok kişi umutlu dolu gözlerle izliyordu. Kendimden emindim. Heyecan yapmadım. Mülakata kalacağımı biliyordum ama benimle birlikte kaç kişinin kalacağının bilmiyordum. Kardeşim geldi yanıma 17 kişi dedi. 117 kişiden 17 kişi mülakata kalmış. Sonuçta 9 şanslı kişi mülakatı geçecekti. 8 kişi ise umutlarını başka bahara bırakacaktı. Öylede oldu. Her bir aday için dakikalarca süren mülakatlar sonunda bir kaç saatlik bir bekleyiş süreci vardı. Mülakatlar 1730 gibi bitmişti 1830 gibi açıklarız deniyordu. Saat 1900 da halen bekliyorduk. Hava kararmaya başlamıştı. Sabahın 0630 dan itibaren başlayan günümüz bu saatlerde ayaklarımızın şişmesine rağmen heyecandan oturamıyorduk ...Gergin bir bekleyiş vardı.

Beklenen liste saat 2030 a doğru aynı pencereye asıldığında doğal olarak ilk listeye nazaran biraz daha heyecan duyuyordum. Ancak kendimden emindim. Yüksek okul mezunu , bir kaç yıl vekil ingilizce öğretmenliği yapmış, neredeyse on - onbir yıllık aktif bilgisayar geçmişi olan biri herhalde mülakat sonucunda bırakılacak değil ya...En azından tek yüksek okul mezunu olan biri olarak kesin memuriyete adımımı atarım diyordum...Evet , diyordum...ki olmadı. Komisyonu oluşturan sayın hakimlerimizi ve sayın cumhuriyet başsavcımızı yeterince etkileyememiştim. Nasıl bir puanlama tekniği kullandıklarını henüz çözemedim. Ancak elbette ki kendilerinin doğru kabul ettikleri bir teknik olmalıydı bu.

Sonuçta olmadı. Bu benim altıncı ( 6 ) denememdi. Yedinciye Allah kerim. Ne olur belli olmaz. Ölmez sağ olursam herhalde bir deneme daha yaparım...


>>> Önemli bir olayı burada kayda almak istiyorum.

Yaklaşık üç ay önce geçirdiği trafik kazası sonrasında ağır yaralanan değerli bir arkadaşımız verdiği hayat mücadelesini bugün ( anneler gününde ) kaybederek gözlerimizden gönüllerimize intikal etti. Genç yaşında aramızdan ayrılan Sultan kardeşimize Allahtan sonsuz rahmet diliyoruz. Toprağı bol olsun.


Ziyaretçi :


Pazar, Mart 11, 2007

10 - 11 mart 2007 tarihinde yapılan zabıt katipliği sınavı

Eveeeet, bugünde bir zabıt katipliği sınavına girdik. Türkiye genelinde ancak bazı illerde yapılan sınavla ilgili olarak şunu söyleyebilirim ki İzmir de yapılan sınav'ın yapılış biçimi gayet düzgün ve takdire değer idi. Çok iyi güvenlik önlemleri alınmış , iyi bir sistem oluşturulmuş ve her şey düzenlenmiş idi. Tek bir şey hariç. Gelen yüzlerce insan mart ayının soğuğunda bahçede ağırlandı. Sınava gireceklerin, bende dahil parmakları dondu...Kimileri Türkiyemizin muhtelif illerinden kalkıp umuda koşanları düşünmemişti, aklına getirmemişti. Bir kantincik açabilirlerdi. Kapalı bir alanda misafir edilebilirler ve sıcak birer çay içmeleri imkanı sağlanabilirdi.

Geri kalan her şey çok iyiydi. Görevlilerin tamamı çok naziktiler. Gelenlere moral vermeye bile çalıştılar. Heyecanlanmayın , yalnızca yazacağınız metni düşünün, dediler vs. Sonuçların perşembe günü açıklanacağını söylediler. Umarım ki mutlu bir haber alırım...





Bahçedeki otların üzerine oturmak zorunda kalındı. Oturacak bir yerler yoktu. Hava soğuktu. İçecek bir bardak sıcak bir şeyler yoktu.









Bu arada merak edenler için , 10 mart günü yapılan ilk oturumda ' Mustafa kemal bu işi de başardı ' şeklinde başlayan 175.sayfadaki metin sınav sorusu olarak sorulurken 11 mart günü yapılan sınavda ' şimdi öğleden sonra saat dört ' diye başlayan 182. sayfadaki metin soruldu. Bu metinler zaten blog sayfamın aşağıdaki bölümlerinde mevcut. İsteyen inceleyebilir.


10 Mart günü uygulamada verilen metin aşağıdadır.

Mustafa Kemal bu işi de başardı. Ankara'da komisyona yeni bir yazı alfabesi yapma görevini verdi. Herkes düşünüyordu; bir millet yazasını nasıl değiştirebilir? Ne kadar zamanda değiştirebilir? ne düşünüdü arkadaşlar süre meselesi için diye sordu.
Beş yıl diyen var , on beş diyen var. Birkaç sene , okullarda iki yazıyı bir arada öğretmelidir. Önce yarımşar sütundan başlayan gazeteler de beş yılda bütün gazeteyi kaplamak üzere yeni yazı ile basılan kısımlarını artırmalıdırlar, diyorlar Yüzüme baktı ve çocuğum, dedi; bu ya üç aydoa olur , ya da hiç olmaz. Gazetenin yeni yazı kısmını hiç kimse okumaz. Herkes sadece eski yazıyı okur. Bir harb , bir buhran çıkıtı mı, inkılap da düşer , demiş idi. Sarayburnu parkında bir gece halka bu inkılabı da haber verdikten sonra , yola çıktı. Yer yer dolaştı, halka öğretmenlik etti. Sonuçta , bir iki sene içinde yeni yazıyla okuyup yazanların sayısı eski yazı ile okuyup yazanları geçti. Sonra , dil konusunu ele aldı. Mustafa Kemal , büyük bir tarihi ve bağımsız bir dili olmadan bir milletin büyük olamayacığını bilirdi. ürk Dil Kurumunu dil konusu, dilin işlenmesi ile görevlendirdi. Eskiden Türkçe hiç yeni bir kelime, yeni bir terim türetemezdik. Geçmişin gelenek ve göreneklerini içinde dağılış ve batış kaderine boyun eğen Türklük bu inkılaplarla gelecek zamanlara doğru , kanat açmaya başlıyordu.
===============================================
11 mart günü uygulama da çıkan metin aşağıdadır.

Şimdi öğleden sonra saat dört. İkinci Gazze Muharebesinin üçüncü ve son gününü bitirmek üzereyiz. Düşman son hücuma kalkacak. On ibirinci bölük , siperinde günü telaşsız geçirdi. Sonra , düşmanın en şiddetli hücumlarını püskürttü. Barut ve demirden kürelerin müthiş bir patlayışı var. Ansızın geniş bir saha kalın dumana boğulur, güneşin ziyası söner; sonra açılan dumanın altında düşman dalgalarının boşlugu görülür; düzgün kıtalar sendelerler ve telaş gösterirler. Bir bomba , siperin önündeki toprağa düştü. Ve yalnız toz kalktı. Bir er , fırlayıp bombayı omuzuna aldı ve düşmanın bir saniye kesilmeyen ateşi altında siperine döndü. Bu sefer bomba hakiki hedefini de buldu. Tarih , böyle kahramanların ismini yazmaz; fakat Gazze Muharebesinin son günün görenler on birinci bölüğün ismini unutamazlar. Birçok kıtamız sonradan aynı siperde çaprıştı. Amma hepsi siperi , on birinci bölük siperi ve o küçük tepeyi bomba tepesi diye andılar. Haziranın en ziyade sıcak günündeyiz. Düşman mermilerinden bazıları ölçülecek. Nefere emrettim ve nefer hiç tereddütsüz siperden çıktı, topçu ateşi ve makineli ateşi altında ; kocaman , yirmi dörtlük bir gemi topu mermisini kazması ile çıkardı. Mermiyi ölçüp dönerken kendi kendime hep bu neferi düşünüyordum. Çünkü bu adam o top ateşi ve yeri yalayan piyade ateşi altında , muhakemesiz ve sendelemeksizin hayatını feda etti ve hiç bezginlik göstermeksizin öyle bir iş yaptı ki , bunun faydası da zararı da , onun kendisi için meçhuldü.

Cuma, Mart 17, 2006

HIZLI VE DOĞRU YAZMA TEKNİKLERİ

Ders 85/86 Sayfa 108



Konuşma, yazışma ve duyguları anlatma aracı, dildir. Bir milletin dili, anlatım yönünden zengin, fertlerin birbirlerini kolaylıkla anlayabilecekleri kadar sadeyse, o milletin fertleri arasında milli bağda o derece kuvvetli olur. Bir milletin yaşama tarzı olan kültür de ancak zengin bir dil ile ilerler, yayılır. Birbirinin konuştuğunu tam olarak anlayan ve duygularını da aynı dille paylaşan fertlerin meydana getirdiği toplumlar birlik içinde olurlar. Birlik içinde olan toplumlar kuvvetli olacaklarından dirlik içinde olurlar. Birlik içinde olan toplumlar kuvvetli olacaklarından dirlik içinde olurlar ve bağımsızlıklarını korurlar. Yabancı kelimelerden arındırılmış , eski- yeni ikiliğinden ve zıtlığından kurtarılmış, herkesin anlayabileceği, milletin benimseyebileceği bir dil, milli duyguların kuvvetlenmesini sağlar. Türk dili şuurla işlendiği taktirde ilmin ve fennin gelişmelerine uyum sağlayabilecek bir yapıya sahiptir. Yer yüzünde kültür ve kelime alışverişinden dolayı, içinde hiçbir yabancı unsur taşımayan arı dil bulunmasa da sağlık durumu tam olan her dil , kendisini yabancı saldırıya karşı korur. Çünkü dili yapan insan değildir. İnsana milli özelliğini veren, dildir.


Sayfa 109

Klavye ile hızlı yazı yazma ile ilgili bir konu ;

Hız sağlamak için vuruş tekniklerine önem vermek , zaman dilimini kısa tutmak ve tekrarlama yapmak gerekir.


1. Hız çalışması : paragrafın ilk satırından üç kere yazdırılır. Sınıfın
seviyesine göre ; 30,20 veya 15 saniyede bir zil çalınır. Zil sesi duyulduğunda satır atlanıp yeniden başlanır. Amaç, her seferinde , o satırdan daha fazla kelime yazmaktır. Yani daha hızlı yazmaktır.
Sonra paragrafın ikinci satırı aynı şekilde çalıştırılır. Bundan sonra ,
birinci ve ikinci satırlar için zaman diliminin iki katı kadar süre verilir.
Örneğin , zaman dilimi 20 saniye ise , iki satır için 40-45 saniye verilip bir
kez yazdırılır. Bu çalışma zaman dilimi toplam olarak bir dakikaya çıkana
( iki, üç, dört satır çalıştırılana kadar ) devam eder. Bundan sonra, iki veya
üç kez bir dakika süre ile yazdırılıp hız hesaplanır. Bu hız , normal hızdan 5-10 kelime daha fazla olabilmelidir.
Hız çalışması için bir derse harcanacak zaman, toplam olarak 10 dakikayı aşmamalıdır.

2. Metin yazma : üç, beş dakika süre ile yazdırılır. Daha kısa bir süre ile paragraf paragraf çalışma yaptırılıp, sonra 3 veya 5 dakika yazdırılabilir. Uzun parçalar için ve ileri sınıflarda 10 dakika süre ile metin yazdırmakta mümkündür.


Sayfa 110

Doğru yazı yazma ile ilgili bir konu :

Bir yazının işe yarayabilmesi için yanlışsız olması gerekir. Bir yanlışı silip düzeltmek yarım dakikadan fazla zaman kaybına sebep olabilir.( daktilo da ) bu nedenle doğru yazmak çok önemlidir.
1. Çalışma prensipleri :
a. Dikkati toplama: bütün dikkatin yazıda toplanması gerekir. Bir yanlış yapınca , aklı o yanlışa takmamak gerekir.
b. Hız düşürme : öğrenci hızını düşürmesini, düzenlemesini bilmelidir. Bazı kelimeleri harf harf yazmak bile gerekebilir. Okuma hızı ile yazma hızını da aynı tutmak lazımdır. Bunun içinde , okuma hızını azaltmak gerekir.
c. Bakmadan yazma : makineye yada makinedeki kağıda ( bilgisayar klavyesine veya monitöre ) bakmak dikkati dağıtacağı , satır veya kelime atlanmasına sebep olabileceği için sakıncalıdır. Bu sebeple, bakmadan yazmaya önem vermelidir.
d. Doğru teknikler : vuruş ve yazış tekniklerindeki bozukluklar da yanlışlara sebep olur. Düzgün bir teknikle yazmaya çok önem vermelidir.

Egzersiz şekilleri : yanlışları azaltmak için çeşitli alıştırmalar yapmak mümkündür. Alfabeyi üç beş kez yazmak, klavyeyi gözden geçirme çalışması yapmak, birkaç satırı geçmemek üzere kelimeleri tersten yazmak bir satır veya paragrafı yanlışsız yazanları not ile teşvik etmek ( beni kim neyle teşvik edecek ki ) gibi çalışmalar, yanlışların azaltılmasına yardımcı olur.

ÜÇÜ BİR ARADA

Görgü kuralları hakkında

Ders : 137 Sayfa 199

Bir hanımın hiç bir yerde erkeğin solunda oturmaması gerekir. Otomobilde de kural aynıdır. Şayet , otomobili şoför kullanıyorsa araba sahibi arkada, direksiyonun arkasına düşen yere değil, önü açık, boş kalan yerin hizasına oturur. Yemekli vagonda , bayanlar trenin gidiş yönüne yüzleri dönük olarak otururlar. İki hanım yan yana oturur. Bayan tekse, pencere kenarında oturur. İki arkadaş, karşı karşıya otururlar. Yapamayacağınız bir şeyi , yaparım demeyin, vaadde bulunmayın . önemli yada önemsiz , eğer bir söz vermişseniz , sözünüz mutlaka tutun. Yaşamın daha anlamlı olması için , görgü kuralları insanlara yardımcı olur. Görgü kurallarına uymak, aşırı kibarlık yasa çıtkırıldımlık değildir. Uzun bir zaman sürecinde oluşan bu kurallar, denemelerin sonucudur. Görgü kuralları memleketten memlekete farklılıklar gösterebilir. Ancak, hepsindeki öz aynıdır. Bu da , yaşamayı daha kolay ve topluma uyumlu duruma getirmek ve insan sevgisi yaratmaktır. Kuralları ; görüp, yaşayıp, okuyup öğreniriz.



Ders : 75 Sayfa 91


Tarih, milletlerin yükselme ve gerileme sebeplerini ararken bir çok siyasi , askeri, toplumsal sebepler bulmakta ve saymaktadır. Şüphe yok ki , bütün bu sebepler, toplumsal olaylarda etkendirler. Fakat bir milletin doğrudan doğruya hayatıyla, yükselişiyle, gerilemesiyle ilgili ve bağlantılı olan milletin ekonomisidir. Tarihin ve tecrübenin tespit ettiği bu gerçek , bizim milli hayatımızda ve milli tarihimizde de tamamıyla meydana çıkmıştır.
Gerçekten Türk tarihi incelenirse bütün yükselme ve gerileme sebeplerinin bir ekonomi meselesinden başka bir şey olmadığı anlaşılır. Tarihimizi dolduran bunca başarılar, zaferler, mağlubiyetler, çöküşler, felaketler, bunların hepsi; meydana geldikleri devirlerdeki ekonomik durumumuzla ilgili ve bağlantılıdır. Yeni Türkiye’mizi layık olduğu seviyeye yükseltebilmek için mutlaka ekonomimize birinci derecede önem vermek mecburiyetindeyiz. Çünkü, zamanımız tamamen ekonomi devresinden başka bir şey değildir.





Ders: 78 Sayfa 96


( Bu metin geçen yıl bu vakitler Söke’de yapılan zabıt katipliği uygulama sınavında çıktı… )


Düşündüm ki bu türk oğlu altı asırdan beri türlü rastlantıların kasırgaları önüne düşerek ; bir boğuşma cihanının yarlarında , uçurumlarında , çöllerinde yuvarlanmıştı. O koca tarihin bu hırpalanmış yolcusu, türlü afet ve musibet çukurlarından onur, şan ve şeref tepelerine tırmanmış, dizleri parçalanarak, tırnakları koparak, bu tırmanılan yerlerden bir kaza darbesi ile taşlara çarpıp düşmüş; daima ayağa kalkarak , yeni baştan dimdik durmağa çalışarak, tutunacak bir kaya parçası , yapışacak bir ağaç kütüğü aramıştı. Ve gülü diken olan , o kızgın Yemen çöllerinden Arnavutluk taşlarına ve Acem ellerinden Girit sularına kadar altı asırdan beri kumlara , buzlara,denizlere kanını akıta akıta , bereketli bir kaynağın o bitmez tükenmez kereminden her zaman taze bir kuvvet ile fışkıran; o al kanının çileli çizgileriyle, şanla ve şerefle dolu, o kahraman hikayesini yazmıştır.

YURTTA SULH CİHANDA SULH

Sayfa 101

Yurtta sulh cihanda sulh ilkesinin açıklaması ;


Harpler milyonlarca insanın ölmesine, milyonlarca insnın yersiz yurtsuz kalarak sefalet içinde , acılar içinde kalmalarına neden olur. Barış, milletleri refaha ve mutluluğa eriştiren en iyi yoldur. Fakat her zaman barışı bozmak ve başka milletlerin haklarını çiğnemek isteyenler bulunacaktır. böyle kötü niyetlilere ilk andan itibaren de bütün milletlerin karşı çıkması , karşı çıkamn mevzuunda daynışma içinde olması gerekir. Çünkü barış, bir defa ele geçirilince korumak için daima özen ve dikkat ister . Milletler arası siyasi güven ortamının gelişmesi için ilk ve en önemli şartda bütün milletlerin, hiç olmazsa , barışın korunması fikrinde samimi olarak birleşmesidir diyebiliriz.

Perşembe, Mart 16, 2006

MEDENİYET ÖYLE KUVVETLİ BİR ATEŞ Kİ

ONA KAYITSIZ OLANLARI YAKAR, MAHVEDER.
ATATÜRK
sayfa 201


Medeniyet yolunda başarı, yenileşmeye ve yenileşme isteğine bağlıdır. Sosyal hayatta olsun, ekonomik hayatta olsun, ilim ve fen sahasında olsun başarılı olmak için biricik olgunlaşma, ilerleme yolu budur. Hayat ve yaşayışa hakim olan hükümlerinde zamanla değişmesi , gelişmesi , yenileşmesi zorunlu olmaktadır. Medeniyetin yarattığı arzular , fennin harikaları; cihanı değişiklikten değişikliğe koşturduğu, sürüklediği bir devirde asırlık eskimiş köhne zihniyetlerle, geçmişe düşkünlükle varlığın muhafazası mümkün değildir. Medeniyetten söz ederken , şunu kesinlikle söylemeliyim ki, medeniyetin esası, ilerleme ve kuvvetin temeli; aile hjayatındadır. Bu hayatta fenalık, mutlaka sosyal, ekonomik,siyasal düşkünlüğe sebep olur. Aileyi teşkil eden kadın ve erkek unsurlarının, tabii haklarına malik olmaları, aile görevlerini idareye istekli ve yetenekli bulunmaları icap eder. Artık duramayız. Mutlaka ileri gideceğiz. Çünkü, gitmeye mecburuz. Millet açıkça bilmelidir ; medeniyet öyle kuvvetli bir ateştir ki ona kayıtsız olanları yakar, mahveder. İçinde olduğumuz medeniyet ailesindeki layık olduğumuz yeri bulacağız. Bu yeri koruyacağız ve yükselteceğiz. Refah da, mutluluk da, insanlık da bundadır. Biz bu batı medeniyetini taklitçilik yapalım diye almıyoruz. Onda iyi gördüklerimizi, kendimize uygun bulduğumuzdan, dünya medeniyet düzeyi içinde benimsemiş olmaktayız.

114.sayfa Atatürk Yüksek Zekalı Bir İnsandı

Atatürk yüksek zekalı bir insan olduğu için şartlar olgunlaşmadıkça fikirlerini ortaya atmaz; zamanı gelmemiş ise ortaya atılmazdı. Yoksa , çoktan harcanıp gideceğine şüphe yoktu. Sabretmeyi, günü beklemeyi bilmiştir. Atatürk ün ideali ne idi ? Bu ikiye ayrılabilir. Memleketi ve milleti için idealleri tam manasıyla medeni bir Türkiye ve medeni bir Türk idi. Zaferleriyle ve inkılaplarıyla bunu sağlamıştır. İnsanlık için ideali , harbsiz ve bütün milletlerin kardeşçe yaşayacakları bir dünyanın yaratılması idi. Yurtta barış, cihanda barış ; onun sözüdür...
O, bu sözünde samimi idi. ilk dünya savaşından sonraki idareciler sivildiler. Fakat mareşal üniforması giymişler ve ölünceye kadar da üniformalarını çıkarmamışlar, milletlerini savaşa hazırlamışlardır. Atatürk ise asker ve mareşaldi. Zaferden sonra üniformasını çıkardı, sivil elbise giyindi. Daima barış anlaşmaları ve barış tertipleri yaptı. Hatay gibi canını sıkan bir vatan meselesini bile barış yolu halletmek , türk kanı döktürmemek için kendini yordu. Bu da hastalığını ağırlaştıran bir sebep olmuştur. Atatürk esir milletlerin kurtuluşlarını her zaman desteklemişti. Bir sabah şafak söküyordu. Atatürk, şimdi doğacak güneşe bakın dedi. Ufukta günün ilk ışıkları belirmişti. Şİmdi günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan, bütün şark milletlerinin uyanışlarını da öyle görüyorum , dedi. Atatürk istiklal savaşı'nı kazanarak, şark milletlerini uyandırdı.

Çarşamba, Mart 15, 2006

BİR ÜZÜCÜ HABER ALDIK

DİDİM Adliyesinden bir haber; Kadir ağbiyi kaybettik. Sulh Hukuk kaleminde uzun yıllardır hizmet veriyordu. İki gün önce akbük yolunda geçirdiği trafik kazasında hayatını kaybetti.

Geçen yaz tatilimde Didim de idim. Adalet bakanlığı başmüfettişinin sıkı teftişleri sırasında akşamları evlerine çok geç gidiyorlardı , çoğu zaman gece 24 ü buluyordu. Onlara akşam yemeği hazırlayıp götürürdüm. Gerçekten değerli bir insandı ve değer bilen bir insandı... Allah rahmet eylesin....

NASREDDIN HOCA


Bu hikaye Aydın da ilk girdiğim sınavda çıktı...2004 de


Nasreddin Hoca , yedi asırdan beri dünyaya gülen o koca adam. Ona her yerde bir beşik ve her devirde bir mezar gösterilir. Amma o bunların hangisinde sallandı , büyüdü? Bugün de nerede yattığını Allah bilir. Bizim bir bildiğimiz, bir duyduğumuz var o da bugün bir kolu doğuda , bir kolu batıda ve ruhu ebedilikle bir baştadır. O , bu dünya durdukça duracaktır. Bu ne sihirdir ne keramet ; ne de şöyle bir el çabukluğu marifet. Nasreddin Hocayı bu ölmezliğe eriştiren gülen yüzü , tatlı dilidir. Biri gönlün aynası biri de yaylanın güneşidir. Zaten adam dediğin ya yüzünden belli olur, ya sözünden.

Kötü adam acı soğan sözlü ve kara bulut yüzlüdür. Bu kara gülmezlerin yüzlerinden düşen yüz parçaya bölünür. Saya yağı ile yağlar , çakır dikenle dağlar. Halbuki iyi adam tatlı dilli güler yüzlüdür. Bu güleç yüzlü adamların yüzlerinde nur mu dedin nur akar, dillerinden de bal mı dedin bal damlar.

Hele de hocanın. ne gözünde bir karartı vardır, nede yüzünde bir morartı; alnının ortası bile güleç ve şendir. İlle de dili. Alimallah kaymak çalıverir balın üzerine. Gayrı onun sözüne, sohbetine ve dediklerine doyulur mu? Hanları hanümanları cümle alemi ağzına baktırır. Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır . Onun da huyu bu, dobra konuşmak. Bir laf dilinin ucuna geldi mi öyle vezir vüzera gibi yut gitsin etmez. Lakin, parmağım gözüne kör kadı hesabı değil, şöyle tam yerine ve dengine getirir ve taşıda öylesine güzelce oturtuverir.

TOSUN PAŞA

Bu hikaye Antalyadaki sınavda cıktı...

Osmanlı devletinin pek kısa zamanda nasıl olup da o kadar büyüdüğünü ve cihanın en büyük imparatorlukarından biri haline geldiğini şu hikaye , en güzel şekilde açıklar. Devletn ilk kuruluş senelerinde bir gün Tosun isminde bir çocuk akşam üstü evine dönerken, kırda tek başına kalıp meleyen bir kuzu görür. Kuzuyu kucaklayıp eve getirir. Anası, kendisine ait olmayan bir malı alan oğlunu azarlar ve sabah olur olmaz kuzuyu götürüp sahibine teslim etmesini ister. Çocuk, ben kuzuyu çalmadım; başı boş buldum , sahibini nasıl bulayım, derse de dinletemez. Faziletli Türk anası , kuzuyu kucaklayıp çevredeki mandıraları dolaşırsın, der. Annesi olan koyun , yavrusundan uzak kaldığı için , mutlaka acı acı melemektedir. Sende nerede böyle bir ses duyarsan yavruyu gösterirsin. Eğer annesi ise kuzuyu yalamaya, bu da ona sokulmaya başlar, sen de o zaman bırakır gelirsin , der. Küçük Tosun , kan ter içinde dolaşıp öğleye doğru, Rum tekfurunun konağının önünde duyduğu meleme sesiyle , kuzunun anasını bulur. Birbirlerine kavuşan ana ile yavrunun bu mesut buluşma ve koklaşmalarını seyredip ayrılır. O sırada tekfur, çocuğu izlemektedir. Bu millette kadını ile , çoluğu ve çocuğuyla bu kadar fazilet , bu kadar mertlik ve dürüstlük varken, şüphesiz ki eninde sonunda bütün bu topraklara sahip olamaları haklarıdır diye düşünür ve bir kaç gün sonra Osman beyle kucaklaşarak , onun hizmetine severek girer.

Cuma, Aralık 02, 2005

26/11/2005 teki o sınav


mahvetti beni dersem yalan olmaz...tamam mükemmel değilim, değildim de. ancak kimse değildir, değildi. Tosundur beni mahveden dersem yalan olmaz. Şu sınavda çıkan soru metni. rüyalarıma girdi , sabahlara kadar uyutmadı beni. her neyse ki dayanıklı bir şahsiyet olduğumdan gafayı sıyırtmadım. sıyırtanlar oldu haliyle. Türkiye'nin her tarafından gelmiş insanlar ( bende dahil ) umutlarının yolunu takip edip gelmişler. harcanan para ve zamanın bir önemi olmadığını varsaysak dahi ( ki benim zaman ayırabilmem imkansızlığını yenmem için 70 tl. gitti. ) o ağır psikoloji varya, adamı çiziyor en sonunda. kaybetme psiklojisinden ziyade kandırılmışlık duygusu hakim oluyor. Neden? iyi bir soru bu. Sınav kağıtlarının ilk incelenmesinden sonra komisyon başkanının açıklamasına göre 250 kişi geçmişti 90 kelime sınırını. Bu açıklama akşam saat beş civarlarında yapıldı. ancak bu 250 kişi açıklanmadı. Antalya akşamının soğuyan havasında bekledik, takribi 2000 kişi. saat yedide dediler, yedi buçuk dediler, sekiz oldu. yok. dokuzda yapılan belki onuncu alkışlı ve ıslıklı protestodan sonra saat dokuzda komisyon başkanı dışarı çıkıp 550 kişinin kazandığını söyledi. listeyi okumaya başladı. kendinden başkası dediklerini duymuyordu. sonra polis otosunun anons cihazı ile (sanırı) kazananları okumaya başladı. o üç saatlik arada kazanan sayısı 250 den 550'ye çıkmıştı. bu nasıl olmuştu? hangi güçlerin etkisi vardı veya varmıydı? bilmiyorum. bu durum o güne mahsus bir giz olarak kalacak. sonuç itibariyle ben kazamadım. iki üç gün uyuyamadım. ancak bugün normale dönebildim. Antalya'ya selam Suat yola devam....